Galatasaray'ın şampiyonluk öyküsü
Her şampiyonluğun bir öyküsü mutlaka vardır. Galatasaray'ın bu şampiyonluğunun birden çok öyküsü var.
Sarı-Kırmızılı takım belki de tarihinin en önemli şampiyonluklarından birini kazanırken yaşananlar kuşkusuz ki uzun uzun anlatılmaya değer nitelikteydi.
Futbolun saha dışında daha çok oynandığı, oyun oynanırken kural değiştirilmez gibi hiçbir biçimde tartışılmayacak evrensel olguların bile görmezden gelinebildiği, şike davasıyla ilgili tartışmaların gündemden hiç düşmediği bir ortamda elbette ki kazanılan şampiyonluk her bakımdan uzun uzun anlatılmaya değerdi.
Hele 9 puan önde bitirdiğiniz 34 maçlık maratonun ardından girmek zorunda bırakıldığınız yeni yarışma döneminde yaşananlar Galatasaray için alabildiğine sarsıcı ve yıpratıcıydı. Sezon boyunca belki de ilk kez öfkelenen Ali Dürüst'ün 'Figüran yapıldık' sözleri camia içinde tartışmalara yol açacaktı...
Sarı-Kırmızılı takımın 18. şampiyonluğu öykülerinin en önemlisinin Fatih Terim'le ilgili olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü Adnan Polat'ın üzücü biçimde ayrılmak zorunda kalmasının ardından göreve gelen Ünal Aysal, Terim'le ilgili kararını vermekte epeyce zorlanmış gibi göründü. Hatta Terim'in hiç düşünülmediği yolunda haberler bile medyada yer alabildi.
Yönetimde Terim'i istemeyenlerin olmasının şaşılacak bir yanı yoktu. Çünkü Terim'in ikinci döneminde yaşananlar henüz unutulmamıştı. Birinci dönem ne denli parlak geçmişse de ikinci dönem yaşananlar Terim'e bakışı biraz bulanıklaştırmıştı. Birinci dönemin 4 şampiyonluk ve UEFA Kupası gibi tekrarlanması imkânsız başarılarının kredisi, iki sezonu bile bulmayan dönemde tümüyle bitmese bile epeyce azalmıştı.
Ayrıca Terim'in teknik direktör olduğu bir yerde yöneticilik yapmak pek keyifli bir iş sayılmazdı. Çünkü yöneticilerin büyük bir bölümü medyaya futbolla ilgili birşeyler söyleyebilme imkanını ellerinde bulundurmak istiyordu. Terim'in bulunduğu yerde ise bunu yapabilmek olanaksız gibiydi. Yönetimde başkan dışındaki birinin 'Terim'in amiri' gibi davranabilmesi olanaksızdı.
Ayrıca Terim'le ilgili olarak daha ikinci döneminde 'aynı suda iki kez yıkanılmaz' gibisinden kimin, niçin söylediği ve ne anlama geldiği bilinmeden tekrarlanan sözler haliyle üçüncü dönem için de gündeme geldi. Terim'i sevmeyen ve onun başarılı olacağına inanmayan taraftar sayısı da az değildi. Yani sıkıntı sadece yönetimde değildi.
2008'deki başarının ardından Milli Takım'ın başından ayrılmak zorunda kalışı ve sonrasında çalışmamış olması Terim için eksi durumlar olarak görülüyordu ama sezonun devre arasında Rijkaard'ın ardından takımın başına getirilmek istenmesine karşı durmuş olması da görmezden gelinemezdi. Kısacası, Terim'le ilgili olarak camia çelişkili bir ruh hali içindeydi.
Bitmedi, Başkan Aysal'ın danışmanı olan Bülent Tulun'un Terim'e karşı tavrı da epeyce sorun çıkardı. Tulun, geçmişte iyi anlaştığı Eric Gerets'i göreve getirmek istiyordu. Bu isteğinden kolay kolay da vazgeçecek gibi değildi. O kadar ki Terim göreve getirilip de bazı transferler yapılırken bile Tulun'un hâlâ Gerets'ten vazgeçmediğiyle ilgili haberler gazetelerde yer alacaktı...
'Bir de benim haberim olsa'
O günlerde Fatih Terim'le Milano'da görüşme imkânımız olmuştu. Nisan başındaki Milan-İnter maçına davet edilen Terim, Körfez ülkelerinin milli takımlarından birinin başına getirilmek üzereydi. Buradaki Four Seasons Oteli'nde bununla ilgili görüşmeler de yapacaktı.
Öyle bir ortamda hocaya, Galatasaray'ın başına getirilmeye nasıl baktığını sormak olağan bir gazetecilik refleksiydi. Terim, 'böyle bir durumu konuşmaya gerek var mı?' anlamında bir yanıt verdi. Yani, 'Her durumda öncelik Galatasaray'dadır, ne zaman görev verilirse koşarım', tavrı içindeydi.
O zaman ben bir adım daha atıp bunun yakında gerçekleşeceğini söyledim. Açıkçası bildiğim bir şey yoktu ama onun göreve getirilmesinin akıl ve mantık gereği olduğunu düşünüyordum. 'Hiç kuşkum yok ki sizi yeniden Galatasaray'ın başında göreceğiz' dedim. 'Yönetimin kararının bu olacağına inanıyorum, hatta biliyorum, bile diyebilirim' diye ekledim.
Terim de 'Bunları herkes söylüyor ama Galatasaray'ın başına getirileceğimden bir de benim haberim olsa...' diye sitemkâr bir değerlendirmede bulunmaktan kendini alamadı. Belli ki yeniden göreve getirilmesi için bu kadar fazla düşünmeye gerek görülmesi onu biraz incitmişti.
Sonuçta akıl için yol birdi. Geçen sezon büyük bir felaket yaşamış olan kadronun başına dünyanın en iyi hocasını getirip bir yığın da transfer yapsanız, istediğinizi elde etmeniz çok zor olabilirdi. Bunu Beşiktaş Del Bosque ile Fenerbahçe de Aragones deneyimiyle yaşayıp görmüştü.
Bunun yerine hem Galatasaray'ı hem Türkiye'yi ve futbol dünyasını iyi tanıyan bir teknik adam ciddi bir avantaj olurdu. Bu da Fatih Terim'di. Yönetimin bu konuda yaşadığı duraksama anlamsızdı. Fakat onları da anlamak gerekirdi. 3 yıllık başarısızlığın ardından sağlam adımlar atmak gerekiyordu.
Toparlanmak birkaç yıl ister
Sarı-Kırmızılı takım geçen sezon tarihinin en kötü dönemlerinden birini yaşamıştı. 46 puanla ancak 8'inci olabilen Galatasaray'ın kısa zamanda toparlanıp yeniden şampiyonluk yarışı içinde olabileceğini hemen hiç kimse düşünmüyordu. Böylesine şiddetli bir sarsıntının ancak 2-3 yılda giderilebileceği düşünülüyordu. Ancak Terim farkı çok çabuk ortaya çıktı. Çünkü İmparator neyi nasıl yapması gerektiğini çok iyi biliyordu. Önce Florya'yı düzeltmek gerekiyordu. Bunun anlamı, futbolla ilgili her şeyden Terim'in sorumlu olması, Başkan Aysal'la birlikte Ali Dürüst ve Abdurrahim Albayrak'ın da ona destek vermesiydi.
Aslına bakarsanız Galatasa-ray'ın geçen sezonki kadrosunun parasal değeri bu sezonkinden az değildi. O kadro da 100 milyon Euro'nun üzerinde bir toplama denk geliyordu. Ancak sahada çok çabuk çuvallayıp havasını kaybetmiş, sonrasında da sıradan bir takım haline gelip tam bir çöküş yaşamıştı. Bu çöküşte nelerin rol oynadığını Terim çok iyi biliyordu. Florya'yı istediği şekle sokarken takımın da futbol oynayıp maç kazanabilir hale getirilmesi gerekiyordu. Bunu Lorik Cana, Mustafa Sarp, Servet Çetin, Gökhan Zan ile yapmak mümkün değildi. Kalecisizlik sorununa mutlaka çözüm bulunması gerekiyordu. Gol bölgesindeki eksiklik de kesinlikle giderilmeliydi.
Ünal Aysal yönetimi Terim'in isteklerini büyük ölçüde yerine getirdi. Özellikle kaleci Muslera'nın Süper Lig'de yer alan bazı takımların toplam değeri kadar maliyetinin oluşu görmezden gelinemezdi. Fakat asıl önemli transferler, takımın tekrar futbol oynayabilir hale gelmesini sağlayan Selçuk İnan ve Melo, ileride Elmander, savunmada da Ujfalusi oluyordu.
Bu arada savunmada Semih'in, ortaalanda Emre Çolak'ın çıkışları, bu sezonun en büyük kazanımı olacaktı. Terim bir yandan önemli transferlerle yeni bir takım oluştururken öte yandan gençleri de görmezden gelmiyor, Semih ve Emre ile birlikte çoktan kaybedilmiş gibi görünen Aydın Yılmaz'ın da ciddi bir sıçrama yapmasını sağlıyordu.
Elbette ki transferde bazı sorunlar da yaşanmamış değildi. Terim haklı olarak Baros'a güvenmiyordu. Elmander gerçek bir golcü sayılmazdı ve burada eksiklik vardı. Bu nedenle son dakikada Sercan Yıldırım ve Riera alındı. Bunlar da Terim'in başını en çok ağrıtan transfer başarısızlıkları olacaktı.
Yine de asıl büyük olay bunların dışında bir gelişme olacaktı. Terim bir yandan takımı ayağa kaldırabilecek nitelikte oyuncular bulmaya çalışırken öte yandan elindeki en değerli oyuncuyu kaybetme şoku yaşayacaktı. O kadar ki bu oyuncu Terim'in bütün hesaplarının odağındaki adamdı. Takımdan ayrılma olasılığı vardı ama bunun olmayacağı yolunda Terim'e güvence vermiş hatta İmparator da bunun üzerine Stancu ile birlikte Culio'yu da Orduspor'a vermekte sakınca görmemişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder