30 Mayıs 2013 Perşembe

TANJU ÇOLAK




TANJU ÇOLAK



1963 yılında Samsun'da doğan Tanju Çolak futbol hayatına Samsun Yolspor'da başladı. Daha sonra Samsunspor'a geçen Tanju Çolak bu forma altında 1984-85 ve 1985-86 sezonlarında gol kralı oldu. 1986-87 sezonunda Galatasaray'a transfer oldu. 1987-88 sezonunda ise 39 gol ile Avrupa Gol Krallığı ünvanını kazandı. Aynı yıl France Football Dergisi'nin düzenlediği Altın Ayakkabı ödülünü de aldı. Bu ödülü bugüne kadar alan ilk Türk futbolcu olarak da tarihe geçti. 1988'de 240 gol atarak Türkiye 1.Ligi'nde en çok gol atan oyuncu ünvanını 217 gol sahibi Metin Oktay'dan devraldı. 1991-92 sezonunda da gol kralı olan Tanju sezon sonunda Fenerbahçe'ye transfer oldu. Futbol hayatına İstanbulspor'da oynadıktan sonra son verdi. Tanju Çolak, A Milli Takım'da 31 kez forma giydi ve 9 gol attı. Gerek Neuchatel gerek Monaco galibiyetlerinde attığı goller ile takımının Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı finale yükselmesinde büyük rol oynamıştır.

27 Mayıs 2013 Pazartesi

GALATASARAYIN ŞAMPİYONLUK ÖYKÜSÜ


Galatasaray'ın şampiyonluk öyküsü

Her şampiyonluğun bir öyküsü mutlaka vardır. Galatasaray'ın bu şampiyonluğunun birden çok öyküsü var.
Sarı-Kırmızılı takım belki de tarihinin en önemli şampiyonluklarından birini kazanırken yaşananlar kuşkusuz ki uzun uzun anlatılmaya değer nitelikteydi.
Futbolun saha dışında daha çok oynandığı, oyun oynanırken kural değiştirilmez gibi hiçbir biçimde tartışılmayacak evrensel olguların bile görmezden gelinebildiği, şike davasıyla ilgili tartışmaların gündemden hiç düşmediği bir ortamda elbette ki kazanılan şampiyonluk her bakımdan uzun uzun anlatılmaya değerdi.
Hele 9 puan önde bitirdiğiniz 34 maçlık maratonun ardından girmek zorunda bırakıldığınız yeni yarışma döneminde yaşananlar Galatasaray için alabildiğine sarsıcı ve yıpratıcıydı. Sezon boyunca belki de ilk kez öfkelenen Ali Dürüst'ün 'Figüran yapıldık' sözleri camia içinde tartışmalara yol açacaktı...
Sarı-Kırmızılı takımın 18. şampiyonluğu öykülerinin en önemlisinin Fatih Terim'le ilgili olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü Adnan Polat'ın üzücü biçimde ayrılmak zorunda kalmasının ardından göreve gelen Ünal Aysal, Terim'le ilgili kararını vermekte epeyce zorlanmış gibi göründü. Hatta Terim'in hiç düşünülmediği yolunda haberler bile medyada yer alabildi.
Yönetimde Terim'i istemeyenlerin olmasının şaşılacak bir yanı yoktu. Çünkü Terim'in ikinci döneminde yaşananlar henüz unutulmamıştı. Birinci dönem ne denli parlak geçmişse de ikinci dönem yaşananlar Terim'e bakışı biraz bulanıklaştırmıştı. Birinci dönemin 4 şampiyonluk ve UEFA Kupası gibi tekrarlanması imkânsız başarılarının kredisi, iki sezonu bile bulmayan dönemde tümüyle bitmese bile epeyce azalmıştı.
Ayrıca Terim'in teknik direktör olduğu bir yerde yöneticilik yapmak pek keyifli bir iş sayılmazdı. Çünkü yöneticilerin büyük bir bölümü medyaya futbolla ilgili birşeyler söyleyebilme imkanını ellerinde bulundurmak istiyordu. Terim'in bulunduğu yerde ise bunu yapabilmek olanaksız gibiydi. Yönetimde başkan dışındaki birinin 'Terim'in amiri' gibi davranabilmesi olanaksızdı.
Ayrıca Terim'le ilgili olarak daha ikinci döneminde 'aynı suda iki kez yıkanılmaz' gibisinden kimin, niçin söylediği ve ne anlama geldiği bilinmeden tekrarlanan sözler haliyle üçüncü dönem için de gündeme geldi. Terim'i sevmeyen ve onun başarılı olacağına inanmayan taraftar sayısı da az değildi. Yani sıkıntı sadece yönetimde değildi.
2008'deki başarının ardından Milli Takım'ın başından ayrılmak zorunda kalışı ve sonrasında çalışmamış olması Terim için eksi durumlar olarak görülüyordu ama sezonun devre arasında Rijkaard'ın ardından takımın başına getirilmek istenmesine karşı durmuş olması da görmezden gelinemezdi. Kısacası, Terim'le ilgili olarak camia çelişkili bir ruh hali içindeydi.
Bitmedi, Başkan Aysal'ın danışmanı olan Bülent Tulun'un Terim'e karşı tavrı da epeyce sorun çıkardı. Tulun, geçmişte iyi anlaştığı Eric Gerets'i göreve getirmek istiyordu. Bu isteğinden kolay kolay da vazgeçecek gibi değildi. O kadar ki Terim göreve getirilip de bazı transferler yapılırken bile Tulun'un hâlâ Gerets'ten vazgeçmediğiyle ilgili haberler gazetelerde yer alacaktı...
'Bir de benim haberim olsa'
O günlerde Fatih Terim'le Milano'da görüşme imkânımız olmuştu. Nisan başındaki Milan-İnter maçına davet edilen Terim, Körfez ülkelerinin milli takımlarından birinin başına getirilmek üzereydi. Buradaki Four Seasons Oteli'nde bununla ilgili görüşmeler de yapacaktı.
Öyle bir ortamda hocaya, Galatasaray'ın başına getirilmeye nasıl baktığını sormak olağan bir gazetecilik refleksiydi. Terim, 'böyle bir durumu konuşmaya gerek var mı?' anlamında bir yanıt verdi. Yani, 'Her durumda öncelik Galatasaray'dadır, ne zaman görev verilirse koşarım', tavrı içindeydi.
O zaman ben bir adım daha atıp bunun yakında gerçekleşeceğini söyledim. Açıkçası bildiğim bir şey yoktu ama onun göreve getirilmesinin akıl ve mantık gereği olduğunu düşünüyordum. 'Hiç kuşkum yok ki sizi yeniden Galatasaray'ın başında göreceğiz' dedim. 'Yönetimin kararının bu olacağına inanıyorum, hatta biliyorum, bile diyebilirim' diye ekledim.
Terim de 'Bunları herkes söylüyor ama Galatasaray'ın başına getirileceğimden bir de benim haberim olsa...' diye sitemkâr bir değerlendirmede bulunmaktan kendini alamadı. Belli ki yeniden göreve getirilmesi için bu kadar fazla düşünmeye gerek görülmesi onu biraz incitmişti.
Sonuçta akıl için yol birdi. Geçen sezon büyük bir felaket yaşamış olan kadronun başına dünyanın en iyi hocasını getirip bir yığın da transfer yapsanız, istediğinizi elde etmeniz çok zor olabilirdi. Bunu Beşiktaş Del Bosque ile Fenerbahçe de Aragones deneyimiyle yaşayıp görmüştü.
Bunun yerine hem Galatasaray'ı hem Türkiye'yi ve futbol dünyasını iyi tanıyan bir teknik adam ciddi bir avantaj olurdu. Bu da Fatih Terim'di. Yönetimin bu konuda yaşadığı duraksama anlamsızdı. Fakat onları da anlamak gerekirdi. 3 yıllık başarısızlığın ardından sağlam adımlar atmak gerekiyordu.
Toparlanmak birkaç yıl ister
Sarı-Kırmızılı takım geçen sezon tarihinin en kötü dönemlerinden birini yaşamıştı. 46 puanla ancak 8'inci olabilen Galatasaray'ın kısa zamanda toparlanıp yeniden şampiyonluk yarışı içinde olabileceğini hemen hiç kimse düşünmüyordu. Böylesine şiddetli bir sarsıntının ancak 2-3 yılda giderilebileceği düşünülüyordu. Ancak Terim farkı çok çabuk ortaya çıktı. Çünkü İmparator neyi nasıl yapması gerektiğini çok iyi biliyordu. Önce Florya'yı düzeltmek gerekiyordu. Bunun anlamı, futbolla ilgili her şeyden Terim'in sorumlu olması, Başkan Aysal'la birlikte Ali Dürüst ve Abdurrahim Albayrak'ın da ona destek vermesiydi.
Aslına bakarsanız Galatasa-ray'ın geçen sezonki kadrosunun parasal değeri bu sezonkinden az değildi. O kadro da 100 milyon Euro'nun üzerinde bir toplama denk geliyordu. Ancak sahada çok çabuk çuvallayıp havasını kaybetmiş, sonrasında da sıradan bir takım haline gelip tam bir çöküş yaşamıştı. Bu çöküşte nelerin rol oynadığını Terim çok iyi biliyordu. Florya'yı istediği şekle sokarken takımın da futbol oynayıp maç kazanabilir hale getirilmesi gerekiyordu. Bunu Lorik Cana, Mustafa Sarp, Servet Çetin, Gökhan Zan ile yapmak mümkün değildi. Kalecisizlik sorununa mutlaka çözüm bulunması gerekiyordu. Gol bölgesindeki eksiklik de kesinlikle giderilmeliydi.
Ünal Aysal yönetimi Terim'in isteklerini büyük ölçüde yerine getirdi. Özellikle kaleci Muslera'nın Süper Lig'de yer alan bazı takımların toplam değeri kadar maliyetinin oluşu görmezden gelinemezdi. Fakat asıl önemli transferler, takımın tekrar futbol oynayabilir hale gelmesini sağlayan Selçuk İnan ve Melo, ileride Elmander, savunmada da Ujfalusi oluyordu.
Bu arada savunmada Semih'in, ortaalanda Emre Çolak'ın çıkışları, bu sezonun en büyük kazanımı olacaktı. Terim bir yandan önemli transferlerle yeni bir takım oluştururken öte yandan gençleri de görmezden gelmiyor, Semih ve Emre ile birlikte çoktan kaybedilmiş gibi görünen Aydın Yılmaz'ın da ciddi bir sıçrama yapmasını sağlıyordu.
Elbette ki transferde bazı sorunlar da yaşanmamış değildi. Terim haklı olarak Baros'a güvenmiyordu. Elmander gerçek bir golcü sayılmazdı ve burada eksiklik vardı. Bu nedenle son dakikada Sercan Yıldırım ve Riera alındı. Bunlar da Terim'in başını en çok ağrıtan transfer başarısızlıkları olacaktı.
Yine de asıl büyük olay bunların dışında bir gelişme olacaktı. Terim bir yandan takımı ayağa kaldırabilecek nitelikte oyuncular bulmaya çalışırken öte yandan elindeki en değerli oyuncuyu kaybetme şoku yaşayacaktı. O kadar ki bu oyuncu Terim'in bütün hesaplarının odağındaki adamdı. Takımdan ayrılma olasılığı vardı ama bunun olmayacağı yolunda Terim'e güvence vermiş hatta İmparator da bunun üzerine Stancu ile birlikte Culio'yu da Orduspor'a vermekte sakınca görmemişti.

23 Mayıs 2013 Perşembe

FATİH TERİM




Fatih Terim (1953 - .... )

1953 yılında fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Altı yaşından itibaren, bir ayağı aksak olduğu için "Topal Talat" lakabıyla çağrılan babasıyla birlikte birçok ağır işte çalışır.

Bir yandan da mahalle arasında futbol topunu ayağına değdirmeden yapamamaya başlamıştır. Okul hayatı, futbol kadar cazip gelmez. Babasının isteği üzerine Motor Sanat Enstitüsüne girer fakat 2. sınıfta devamsızlıktan okulu bırakmak zorunda kalır. 1969'da henüz 16 yaşındayken formasını giymeğe başladığı Adanademirspor'la futbol hayatı başlar.

Adanademirspor genç takımında kimse para almazken bir tek Fatih Terim maaş almaktadır. Maaşı 150 liradır ve diğer futbolcular görmesin diye bu para Fatih'e gizlice verilmektedir. Üç yıl içerisinde Adanademirspor'da takım kaptanlığına kadar yükselir. İlk kez kaptanlık pazubentini koluna geçirdiği andaki heyecanını hiç bir zaman unutmayacaktır. Takım çıkış tüneline geldiğinde, arkadaşlarına 'bir kaptanın söylemesi gerektiğini söyleyerek' sahaya son sürat koşar. Bir an duraksar, çünkü arkasında kimse yoktur: " Öyle hızlı koşmuşum ki kimse bana yetişememiş." Fatih Terim 6 yıl daha Adanademirspor formasını giyer.



1972 yılında, Santrafor Fatih, yeşil sahalarda fırtına gibi eserken, futbol otoritesi Fatih Somer ve Genç Milli Takım Antrenörü Gündüz Tekin Onay'ın dikkatini çekmekte gecikmez. Milli takıma çağrılır. Futbolculuk döneminde hayatını değiştiren en önemli maç ise Adanademirspor'un Galatasaray'ı 1-0 yendiği maç olur.



Doksan dakika boyunca oynadığı futbolla göz doldurur. Milli takımla birlikte gittiği Romanya maçı sonrası yıldırım hızıyla nasıl Galatasaray'lı olduğunu şöyle anlatır. "Romanya milli maçından sonra İstanbul'a dönmüştük. Galatasaray'lılar beni havaalanından alıp kulübe götürdüler. Bu arada Adanademirspor'lular araya girmek istediler ama ben kararımı vermiştim. Galatasaray'a gönülden 'evet' dedim." Ve Galatasaray Kulübü'ne 1 milyon 650 bin liraya transfer olur. O artık Galatasaray'lı Fatih'tir.



FUTBOLCUYKEN DE ÇOK BAŞARILIYDI



Sahalarda çizdiği lider, hırçın futbolcu portresi, bir maçta hakeme tükürmesiyle daha da sert bir görünüm alır. Galatasaray taraftarı Fatih'ten memnundur. Formasının hakkını verir, başarıya kodlanmış hırsını sarı-kırmızı renkler için döktüğü terlerle akıtır. Fakat bu onbir sene boyunca Fatih Terim hiç şampiyonluk yaşayamaz.



Şampiyonluk yaşayamasa da milli takımda çizdiği grafik onu takın değişmez oyuncusu yapmıştır. 51 kez milli formayı giyer, A Milli Takımı'nda oynama rekorunu 1984 yılından 1995'e kadar elinde tutar. İlk milli maçına İsviçre ile deplasmanda 1-1 berabere kalınan 20 Nisan 1975 tarihinde çıkar. Son milli maçının skoru da yine beraberlik olacaktır. 4 Nisan 1984'te oynanan Türkiye-Macaristan maçı golsüz berabere bitecektir. Rekorunun kırılmasını görmesi için 11 yıllık müddetin geçmesi gerekecektir



6 Eylül 1995 tarihinde İstanbul'da Macaristan'a karşı oynadığımız Avrupa Futbol Şampiyonası grup maçında Oğuz Çetin bu rekoru ele geçirir. Fatih Terim ise 1995'te teknik direktör olarak ay-yıldızlı takımın başına çoktan geçmiş olacaktır. Yani, rekorunun takımda yer verdiği bir futbolcusu tarafından kırılışına tanıklık edecektir.



Fatih Terim jübilesi için sahaya helikopterle inerek, futbolculuk hayatına son noktasını renkli kalemle atmış oldu.



Fatih Terim isminin çevresinde dönmeye başladığımızda futbolla uzaktan yakından alakalı herkesin aklında kalan 'muhteşem jübile'nin unutulur gibi olmadığını fark etmeniz uzun sürmüyor. 18 yıllık futbol yaşamının 11 koca yılını verdiği Galatasaray'dan, yeşil sahalardan, tezahüratların çarpıştığı statlardan, tezahüratların çarpıştığı statlardan ayrılma zamanıdır. Havasından geçilmez bir futbol şovunun en şatafatlı vedası... Sarı-kırmızı konfetiler uçuşurken sahada Galatasaray-Trabzonspor maçı oynanır... Sadece sahayı değil kırmızı karanfilleri de birbirine katar helikopterin sesi ve nefesi... Santra noktasına inen helikopter de kaptan Fatih gözükür, alkış kıyamet... "Formam gözüksün diye kapıyı da açacaktık. Çok korktum, yanımdakinin omzunu çürütmüşümdür herhalde. Bu arada maç devam ediyordu ama halk toplanmıştı, polis de. Biz tur atıyorduk, hiçbir şey görünmüyordu maçta. Tam helikopterle o kalabalığın üzerine geliyorduk, bir rüzgar! Herkesin şapkası uçtu tabii. Ve böylelikle boşaldı saha içindeki kalabalık."



TEKNİKDREKTÖRLÜK HAYATI



Terim utbolu bıraktıktan sonra antrenörlük kurslarına gider. Ankaragücü'nü iki Göztepe'yi bir yıl çalıştırır.

1990-1993 tarihleri arasında Ümit Milli Takım hocalığını A Milli Takım Teknik Direktörlüğü izler. A Milli Takım Teknik Direktörü olarak ilk maçına Ekim 1993'te çıkar. Türk futboluna attığı başarı imzaları birbiri ardına sıralanmaya başlar. Dönüm noktası olarak ise İnönü Stadı'nda oynanan ve 2-1 Türkiye'nin galibiyetiyle sonuçlanan İsveç maçını gösterir. Türk milli takımını 1996 Haziran'ında İngiltere'de oynanan Avrupa Futbol Şampiyonası finallerine taşıyan hoca odur.

Daha sonra Galatasaray’ın başına geçen İmparator, takımı dört yıl üst üste şampiyon yapar. Takımın mali problemlerinden futbolcunun psikolojisine kadar ilgilenen bir teknik drektördür Fatih Terim. Karizmatik kişiliğiyle ödenmeyen paralar karşısında tavır takınan futbolcularını ikna eder ve takımda tek sorumlunun kendisi olduğuna inandırır. Bu istikrar en nihayetinde Türk Futbol tarihinde bir ilkin daha gerçekleşmesini sağlar. Galatasaray’ı UEFA kupasını kazandırır.

1999-2000 Sezonu'nda Galatasaray'a UEFA Kupası'nı kazandıran Fatih Terim, kariyerini İtalya Futbol 1.Lig takımlarından Fiorentina'nın Teknik Direktörü olarak sürdürdü. Bu takımdaki başarılarıyla İtalyan futbol kamuoyunun dikkatlerini üzerine topladı. 2001-2002 futbol sezonunda ise dünyaca ünlü Milan takımı ile anlaştı. Fakat ilk yarının ortasında görevinden ayrılmak zorunda kaldı.


20 Mayıs 2013 Pazartesi

TANJU ÇOLAK







TANJU ÇOLAK (1963- )
1963 yılında Samsun'da doğan Tanju Çolak futbol hayatına Samsun Yolspor'da başladı. Daha sonra Samsunspor'a geçen Tanju Çolak bu forma altında 1984-85 ve 1985-86 sezonlarında gol kralı oldu. 1986-87 sezonunda Galatasaray'a transfer oldu. 1987-88 sezonunda ise 39 gol ile Avrupa Gol Krallığı ünvanını kazandı. Aynı yıl France Football Dergisi'nin düzenlediği Altın Ayakkabı ödülünü de aldı. Bu ödülü bugüne kadar alan ilk Türk futbolcu olarak da tarihe geçti. 1988'de 240 gol atarak Türkiye 1.Ligi'nde en çok gol atan oyuncu ünvanını 217 gol sahibi Metin Oktay'dan devraldı. 1991-92 sezonunda da gol kralı olan Tanju sezon sonunda Fenerbahçe'ye transfer oldu. Futbol hayatına İstanbulspor'da oynadıktan sonra son verdi. Tanju Çolak, A Milli Takım'da 31 kez forma giydi ve 9 gol attı. Gerek Neuchatel gerek Monaco galibiyetlerinde attığı goller ile takımının Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı finale yükselmesinde büyük rol oynamıştır.

12 Mayıs 2013 Pazar

EŞFAK AYKAÇ (1918-2003) BÜLENT EKEN (1923- )



EŞFAK AYKAÇ (1918-2003)

1918'de doğan Eşfak Aykaç, Galatasaray Lisesi'nde okuduğu yıllarda futbola başladı. Henüz 18 yaşındayken sarı kırmızılı formayı giymeye başlayan Aykaç, 1945'te futbolu bırakana dek Galatasaray'da sağ bek olarak görev yaptı. 1956 yılında A Milli Takım'ın Macaristan'ı 3-1 yendiği maçta tek seçici olarak görev yapan Aykaç, futbolu bıraktıktan sonra da bir süre spor yazarlığı yaptı.



BÜLENT EKEN (1923- )

1923 yılında doğan Bülent Eken 1942 yılında sarı kırmızılıu formayı giymeye başladı. 8 yıl boyunca Galatasaraya'ın savunmasında görev yaptı. 1950 yılında İtalya'nın Salernitana takımına transfer oldu. Bir sonraki sezon Palermo'ya transfer olan Bülent Eken orada da 1 sezon kaldıktan sonra 1953 yılında Galatasaray'a geri döndü. 13 kez Milli Takım'da oynayan Eken futbolu bıraktıktan sonra İtalya'da teknik direktörlük görevi aldı. 1963 yılında A Milli Takımı çaılştıran Bülent Eken başta Galatasaray, Altay ve Göztepe olmak üzere birçok takımın teknik direktörlüğünü üstlendi.

8 Mayıs 2013 Çarşamba

BODURİ




BODURİ (1921-1942)

Asıl adı Nikola Büyükvafiadis' tir.

Boyunun kısalığı nedeniyle kendisine takılan "Boduri" lakabı ile bilinir.

Futbola Beyoğluspor'da başlamıştı. İnanılmaz derecede yetenekli ele avuca sığmaz bir oyuncuydu. O kadar iyi bir ayak hakimiyetine sahipti ki, yağmur yüzünden salonda yapılan çalışmalarda topu eliyle atar gibi basket yapardı.
Galatasaray'a 1938-39 sezonunda gelmişti ve ne yazık ki üçüncü sezonunu bile tamamlayamadan, vefat etmiştir.

Boduri'nin ölümü tam bir trajedidir. O sırada asker olan Boduri, birliğinden izinli olarak gelip oynadığı Beyoğluspor maçından sonra kışlasına dönerken, kar altında yürüdüğü uzun yol nedeniyle zatürreeden ölmüştü! Boduri henüz 21 yaşındaydı. O yıllarda henüz pek çok ilaç bilinmediğinden, zatürree öldürücü bir hastalıktı ve Boduri çift taraflı olanına yakalanınca kurtulamamıştı. Son maçını, yetiştiği takım olan Beyoğluspor'a karşı oynamış olması da, ilginç bir rastlantıydı.
Onu izlemiş olanlar, daha sonraki yılların büyük yıldızı Lefter ile kıyaslamışlardır. Bu kıyaslamada oyunu Boduri lehinde kullananlar da çok olmuştur.

Boduri İstanbul Karması'nın Taksim Stadı'nda Budapeşte karması ile yaptığı karşılaşmada oynadığı futbolla Macarların bile hayranlığını kazanmıştı. Büyük Fikret gibi bir yıldızla yan yana oynayan Boduri, rakip takımı adeta sürklase etmiş ve İstanbul karması maçı 5-0 kazanmıştı. Macar takımının kaptanı ve dönemin büyük yıldızı olan Dr. Saroşi, "Hayatımda ilk kez bir maçta aciz kaldığımı hissettim. Bu kadar büyük iki yıldızın karşısında oynamaktan daha büyük bir şanssızlık olamaz" demişti.